“Quo vadis? (Nereye gidiyoruz)…”
Kambiyo Rejimi ve Sermaye Hareketlerinde kısıtlama yapmamızı bekleyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. “Yalanladık ya” diyenler olacak mutlaka. Sabırla anlatayım.
Bu durumu yalanlayarak değil, ancak doğru adımları atarak çözebiliriz. En önemli adım liberalleşme olacak. Yani sermayenin özgürce girip çıkacağı bir fırsatlar ülkesi olarak gözükmek gerekiyor. Çok Uluslu Şirketlerin tarihine bakıldığında, pek fazla kar transferi yapmadıkları, Türkiye'deki yatırımlarını şirketlerin geneli için bir potansiyel değer yaratma aracı olarak gördüklerini fark ediyoruz. Şirketler kendi kendine yettikçe buradan çıkmak istemeyeceklerdir. Ancak vergi politikaları, dış ticaret rejimi, yükselen kur-faiz-enfasyon üçlüsü söz konusu şirketlerin kendi ayakları üzerinde durmalarını zorlaştırıyor. Öncelikle bu durumun düzeltilmesi gerekiyor. Türkiye'de 100 yıldan fazladır bulunan önemli markalar var. Bu markalar kolay kolay gitmezler. Osmanlı'nın yıkılışını, Kurtuluş Savaşını, Askeri Darbeleri, Kıbrıs Barış Harekatı ve Ambargoları, 1994 ve 2001 Krizleri gibi birçok önemli gelişmeyi bizimle beraber yaşadılar. Dolayısıyla bu süreçte de kalmaya devam edeceklerdir. Yeter ki yerli ve yabancı şirketlerin Türkiye'den ayrılmasını gerektirmeyecek şekilde, “kendi kendine yeten” bir ekonomik ortam yaratalım. Bunun için uzun soluklu bir “özel tasarrufları artırma” planı ve yüksek katma değer yaratan sektörleri önceliğe alan, 10-15 yıl sonra var olmayacakları ise gözden çıkaran bir stratejiye ihtiyaç var.
Eğer bu statejiyi, Türkiye'nin yarınki ihtiyaçları ve söz konusu ihtiyaçların tedariki çerçevesinde kurgularsak başarılı oluruz. Diplomasi ve iç siyasetin de bu çerçeveye uygun bir tasarımla üretilmesi elzem gözüküyor.
“Madalyonun diğer yüzü...”
Peki bunlar yapılmasa ne olur? Şu anki hayatımızdan farklı yaşamayız elbette. Ancak 2030 yılına varmadan G 20'den çıkarız. Vatandaşlar daha az yurt dışı seyahat yapar hale gelir. Sadece küçük bir azınlık dünyayı gezip görecek fırsata kavuşur. Tüm gelişmeler için Sosyal Medya ve İnternet Dünyası'nın eline tamamıyla teslim hale geliriz. Yerli Firmaların ürettiği “muadil” ürünleri kullanmak zorunda kalırız. Çok ciddi gümrük vergileri olduğu için yabancı ürünlerle kıyaslama imkânı zorlaşır. Şirketler küresel rekabette gerilemeye başlar. Yurt İçindeki Piyasalar Oligopol hale gelir. Hatta tekeller de oluşabilir.
Bu tarif ettiğim şartlar Türkiye'nin 1960 ve 1970'lerinde yaşadığımız şartlar aslında. Bizimle beraber yarışan Güney Kore ve diğer ülkelerin bizi geride bırakmadan önce son kez yan yana geldiğimiz dönem de diyebilirim. Başka şartlar altında böyle bir senaryo yeniden yapılanma için bir fırsat yaratabilirdi. Ancak şu an aynı potada olduğumuz ülkeler maalesef gelişen ülkelerin en alt grubunda yer alıyor. Dolayısıyla onları geride bırakmamızın büyük bir anlamı olmayacak.
Dolayısıyla, ilk senaryoyu uygulamamızın bize daha faydalı olacağını düşünüyorum. Geleceği bu şekilde yaratmamız hem Türkiye hem de dünya için büyük önem arz ediyor.