Büyüme / kalkınma farkı
2017 1. Çeyrek Büyüme Rakamları, ekonomi kurmaylarının ses tonlarına cesaret verdi diyebiliriz. Elbette yüzde 5'lik büyüme bugünlerde dünyada sık rastlanan bir durum değil. Bundan da ötesi, ihracatın büyümeye net katkı vermesi de oldukça sevindirici. Dikkatle bakıldığında büyümeye ivme veren 3 önemli unsur şunlar:
Tüketim, İhracat, Kamu Harcamaları
Aslına bakılırsa önceki dönemlerden farklı bir durum yok. Kamu harcamaları ve tüketim yine en ön sırada.Ortadoğu'daki sıkıntılar sebebiyle yönünü Avrupa'ya çevirmiş olan ihracat ise çok uzun bir aradan sonra büyümeye net katkı vermiş durumda. Biraz daha dikkatle bakarsak, sanayi ve tarımın da 1. çeyrek büyümesine yardımcı olduğu gözüküyor. "KGF ile piyasaya verilen oksijenin etkisi bir süre daha devam edecek”. Haber ajanslarına söylediğim cümle buydu. Ancak bu etkinin devam etmesi için başka enstrümanların da bulunması gerekiyor. Bu doğrultuda çalışmalar yapıldığını duyuyoruz.
Yine de "taşıma suyla değirmen dönmez" diye uyarmak istiyorum. Çünkü eldeki büyüme modeli Türkiye'yi 21. yüzyılda daha fazla taşıyacak durumda değil. Tasarım, teknoloji, Ar-Ge ve inovasyon ligine geçerek, Türkiye'deki firmaların taşeronluktan kurtulması gerekiyor. Bu konuda çok geç kalındı. Sebebi de şu: "Nasıl olsa büyüyoruz, kökten bir değişikliğe ne gerek var ?" düşüncesi.
Türkiye'nin en büyük firmaları otomobil üretip satıyor, petrolü işleyip satıyor, maden işleyip satıyor, gıda mamulleri üretip satıyor veya inşaat yapıyor. Aynı firmalar ulaştırmadan, savunma sanayine, yazılımdan güvenlik işine kadar aklınıza ne gelirse "ek iş" olarak icra etmekteler.
Özetle sadece teknoloji üretip satan firmalar Türkiye'nin en büyük firmaları arasında yer almıyor. Türkler, büyüme oranları nispeten düşük olan Almanlar gibi uzay yolculukları için plazma motoru üretmeye çalışmıyor. Sporcuların sakatlanmasını önleyecek niteliklere sahip ayakkabılar da üretmiyor. Alternatif enerjiler üzerine yapılan çalışmalara anlaşılmayan bir şekilde kayıtsız kalıyor veya teşvik vermiyor. En büyük katma değer deposu olan eğitimi de kendi haline bırakmış durumda. Türkiye'de firmalar hızlı tüketilen mal ve hizmetleri üretmeyi tercih ediyorlar. Mottoları da şu: "Avrupalı kadar kaliteli üretiyoruz ama daha ucuza satıyoruz". Çok ilham verici değil elbette.
Türkiye'de büyüme devam edecek elbette. Ancak "her işi yapan" ya da yapmaya çalışan firmalarla değil, dikey odaklanmaya sahip firmalarla büyümeye devam etmesi gerekiyor. Aksi takdirde aşırı rekabetten karsızlık ve büyüme krizleri yaşanması ihtimali var. Ben bunları iyi günde söyleyeyim de, kötü günde söyleyen çok olur.
İşin aslı şu: Türkiye büyümeye devam edecek ama kalkınmada sürekli geri kalacak. Eğitim ve Sosyal Yaşamdaki gelişmeyi bir önceki yıldan daha üst seviyeye getirmeden bir ülkenin kalkınması mümkün değil. Aslında kalkınmak ekonomik olarak sürekli büyümek, katma değer yaratmak anlamına da gelmiyor. Kalkınma, eğitim, hak ve özgürlüklerde ileriye gitmek anlamına geliyor. Zaten bu seviyeye gelmiş bir ülkenin ekonomik anlamda sadece konjonktürel sorunları olur, yapısal sorunları olmaz.
Özetle, dış gelişmelere veya “bizi engelliyorlar” söylemlerine bel bağlamadan, kalkınmada ne durumda olduğumuzu sorgulayarak yaklaşmalıyız. Güçlü ülke, en fazla inşaat yapan ülke değil, en fazla buluş yapan, sanat-spor-kültür-teknoloji anlamında dünyada söz sahibi ülke demektir. Bu ülkelerde yaşayanlar geneli kurların yükseliş ve düşüşünü bizler kadar kafaya takmazlar.