Enseyi karartmak yok…
Referandum sonuçları konusunda Avrupa ve ABD'deki bazı yansımalar, bir gerçeğin altını tekrar tekrar çizdi. Sonuç 11 seçimi zaferle geçen AK Parti ve onun doğal lideri Sayın Cumhurbaşkanı lehine tecelli etti mi, bu arkadaşlar hemen bize ayar vermeye başlıyorlar. Ayarların öncesi de var. Resmî olmayan sonuçlar ortaya çıkmaya başladığı anda bile, "RIP Turkey" (Rest In Peace - Huzur İçinde Yat Türkiye) gibi son derece abartılı başlıklarla dış basından referanduma yönelik yorumlar gelmeye başlamıştı. Ülkenin modern tarihinde bir devrin kapanması gibi süslü ve gaz veren ifadelerin temelinde Erdoğan karşıtlığı vardı elbette, her zamanki gibi.
Ayar kısmına gelince de Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Kati Piri hemen başı çekmişti. Karalar bağlamış ve 16 Nisan'ın "tüm demokratlar için üzücü bir gün" olduğunu dile getirerek anayasa paketinin onların işine geldiği şekilde değiştirilmeden uygulanması durumunda AB'yle müzakerelerin askıya alınacağını söylemişti…
Gerek Avrupa Birliği gerekse ABD'de bazı odaklar, Avrupa Güvenlik ve Ðþbirli€i Teþkilatının (AGİT) raporunu beklemeyi bahane ederek vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerini koruma konusunda bekçilik görevine soyunduklarını ima ettiler.
Düzenlenen basın toplantısında, AGİT raporunun referandumun meşruiyetini tartışacak nitelikte tecelli edeceği yönünde pek çok işaret vardı. AGİT'in bu sırada referandumu “Avrupa Konseyi standartlarına uygun olmayan, demokratik süreç için yetersiz hukuki altyapıya sahip” gibi ifadelerle tanımlarken kendi varlık nedenini oluşturan 10 ilkenin çoğunu nasıl ihlal ettiğini de pek konuşan yok…
Sonuçlarla beraber Batı'nın Türkiye'yi endişeyle koruyup kollama ve ayar verme arasında gidip gelen tutumu ülkeye ekonomik olarak nasıl yansır, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının ağzından bir de ona bakalım. Örneğin, önceden Türkiye'nin kredi notunu BB + / durağan seviyesine indirmiş olan Fitch, referandumun pozitif ekonomik reformların yapılması için alan açabileceğinden bahsetmiş. Moody's ise Türkiye'nin genişlemeci mali duruşundan geri dönme konusunda isteksiz olacağını öngörmüş. Üstelik bunu söyleyen de Mart ayında Türkiye'nin kredi notunu "Ba1" seviyesinde tutup görünümünü "kurumsal güçteki aşınmanın sürmesi, zayıflayan büyüme görünümü, kamu ve dış hesaplara yönelik artan baskı ile bunların sonucunda artan kredi şoku riski" gibi nedenlerle "durağan"dan "negatif"e çeviren bir kuruluş… Tabii ki, ihracat konusunda kırılganlıklara açık olabileceğini de eklemiş.
Böyle bir ortamda ihracat politikaları adına neler yapmalı? O kısım bizi aşar; fakat şunu söyleyebiliriz ki her ne kadar "koruma, kollama" adına iç işlerimize karışma konusunda pek hevesli de olsa Batı için ekonomik alanda vazgeçilemez bir paydaş olduğumuz çok açık.
Konuya iletişimci olarak getirebileceğimiz öneri ise, bizi bekleyen yeni süreçte ihracatımızın kırılganlıklara kurban gitmemesi için "vazgeçilemez" oluşumuz üzerine iletişim çalışmalarını olabildiğince artırmak. Geçtiğimiz ay tanılan "Come to Turkey! Discover your own story! (Türkiye'ye gel ve kendi hikayeni keşfet!)" mesajlı 'Ðtibar Yönetimi Kampanyası' bu açıdan kuyuya atılmış hayli büyük bir taş niteliğinde. Gerek 7 ülkede çoklu medya kullanımıyla yer alması gerekse itibarları son derece yüksek uluslararası markaların en üst düzeydeki yöneticilerinin Türkiye'ye duyduğu sempatileri ve olumlu görüşleri ortaya koymasıyla kampanya başlı başına bir ilk.
Türkiye ise daha nicelerine layık. Yeter ki gelecekle ilgili umudumuza kimsenin hasar vermesine müsaade etmeyelim.