Türkiye'nin yolu açıktır…
Dolar ne zaman yükselse, hemen şöyle bir tevatür başlar: “İhracatçılar yırttılar. Fiyat rekabet avantajı elde edecekler”.
O zaman doların yükselmesini belki de ihracatçılar organize ediyorlardır ne dersiniz?..
Öyle ya, maliyetler TL. (Maliyet kalemleri arasında sadece işçilik varmış gibi)… Ham maddenin büyük kısmı da TL… Satış dolarla… TL karşılığı yükseldikçe kârlar tavan… Gelsin paracıklar…
Sanki bileşik kaplar teorisi burada geçerli değil. Balığın üçte birlik kısmı ızgara, ortası tava, baş kısmı da aynı anda buğulama yapılabilirmiş gibi…
Türkiye'nin kilitlenmesini, kendi deyişleriyle iflasın eşiğine gelmesini planlayanlar, ülkenin ihracatının bu sistemli saldırının dışında kalmasını isteyebilir mi?..
Herhalde hayır…
Peki nasıl çıkacak ülke bu cendereden?
Bunun yanıtı yakın geçmişimizde var… 1950'lerden başlayarak 2000'li yılların başına kadar formülleri tıkır tıkır çalıştı. Çıkarlarına ters düşmeye başlayan bir iktidarla karşılaştıkları anda, ya da mevcut, kısmen de olsa başlangıcında destekledikleri iktidar, kontrollerinden çıkmaya yüz tutmuşsa, onu bir şekilde devirmenin yolunu hep buldular. Ya siyasî oyunlarla, ya da askerî darbeleri devreye sokarak… 2000'li yılların başından bu yana yıllardır defalarca denediler. İçeriden ve dışarıdan… AK Parti'yi kapatmaya kalktılar. Kıl payı ile döndü AYM'den. Masum bir gençlik hareketiymiş gibi tezgahlanan Gezi olaylarını, bir anda hükümet ile geniş kitlelerin çatıştığı bir halk hareketi halinde konumlamak için yırtındılar. Olmadı…
Orduyu zayıflatmak ve kontrol altına almak üzere, Silahlı Kuvvetlerin içindeki milli bağımsızlıktan yana ve kendilerine biat etmemiş subayları temizleme operasyonu başlattılar… Kısmen de başarılı oldular. Ancak o saldırıları da akim kaldı. Fethullah Gülen Terör Örgütü FETÖ, bu sefer doğrudan hükümeti ve sayın Cumhurbaşkanını hedef aldı. 17-25 Aralık hâlâ kafalarda müphemiyet izleri bırakacak şekilde tezgâhlandı. O da tutmadı. Hükümet de sistem de dimdik ayakta kaldı. Ve nihayet 15 Temmuz… Son çırpınış diye düşünüldü… Batı'nın darbe girişimi öncesi ve sonrası takındığı tavır ve onların Türkiye'deki uzantılarının koro ve uyum halinde aynı telden çalmaları, aslında ortak emelleri hakkında çok net bilgi veriyordu. Ancak 15 Temmuz'da bitmedi süreç…
Son nokta 24 Haziran'da konacak. Uzun yıllardır fiilen iktidarda olmasalar da iktidardaki hükümetleri, asker-sivil-aydın bürokratlara yaslanıp muktedir kılmamak için mücadele edenler, ayaklarının altındaki son halının yine milli irade tarafından 24 Haziran'da çekileceğini biliyorlar. Bu yüzden de amansız bir mücadele veriyorlar. Hem içeriden hem dışarıdan. Bütün badireler millî irade ve halkın genelinin desteği ve isteği doğrultusunda aşılmıştır. Ülke bu son cenderenin içinden de millî iradenin göstereceği yoldan giderek çıkacaktır.
Tek ümit şudur: Hangi siyasi anlayış iktidar olursa olsun, milli iradenin belirleyeceği rotanın gereği olarak, ülkenin iflasın eşiğine gelmesini arzulayanların rüyaları sona erdirilecek, içinden geçmekte olduğumuz gergin ortam sonlandırılacak, müphemiyet (belirsizlik) bulutları ortadan kalkacaktır. Bu da Türkiye'nin içinde bulunduğu cendereyi kırması için gerekli ortamı sağlayacaktır.
TİM'in ortak iradesini temsil eden Başkanlarca seçilecek olan yeni Başkanı işte böyle bir ortamda görevi devralacak ve ülkenin lokomotifi olan ihracatı şahlandırma görevini böyle bir ortamda üstlenip, başarılar elde etmeye çalışmak üzere yola çıkacaktır.
Türkiye'nin yolu açıktır Sayın Başkan, sizin de yolunuz açık olsun…