Yaşasın Cumhuriyet ve Nice Yüzyıllara
Değerli ihracatçılar, 100. yılını idrak ettiğimiz Cumhuriyetimizin kilometre taşlarına özellikle bugünlerde bakmakta büyük bir fayda görüyorum.
Olaylarla Türkiye Ekonomisi kitabında Yalın Alpay ile bahsettiğimiz, 1923-1929 olarak adlandırabileceğimiz kuruluş döneminde öne çıkan unsurlar ve yapılan işleri şöyle özetlemek mümkün:
Liberal ekonomi yani piyasa ekonomisine geçiş.
Kamu-özel sektör kalkınma hamlesi yani bugün PPP olarak adlandırılan yatırımlar.
Sanayileşme Hamlesi.
Yabancı sermaye-Türk sermayesi ortaklıklarına cesaret verilmesi.
Ekonomide ortalama yüzde 11 büyümenin sağlanması.
Tarımda ortalama yüzde 16,2 büyümenin sağlanması.
Sanayide ortalama yüzde 8,5 büyümenin sağlanması.
Yine de Osmanlı Dönemi'nde ticareti cendereye alan 1916 tarifelerini değiştirmek için 1928 yılının beklenmesi gerektiğini söyleyeyim. Yani, ancak 1929 yılında Türkiye Cumhuriyeti kendi Dış Ticaret Rejimi'ni uygulamaya başladı. Şunu da belirtmeliyim ki, Lozan Antlaşması ve İktisat Kongresi kararları bu dönemde belirleyici oldu.
Aslında daha Cumhuriyet kurulmadan gerçekleştirilen İzmir İktisat Kongresi, Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin rotasını belirleyen bir kilometre taşı olmuştu. Lozan Görüşmelerinin ilk turunda sonuç alınamayınca, bir iktisat kongresi ile dünyaya mesaj verildi desem yanlış olmaz. Bu kongreden ilginç notları da şöyle paylaşabilirim:
Lozan Antlaşması yapılmadan ve Cumhuriyet kurulmadan Şubat-Mart 1923'te düzenlenen kongre dünyaya bir mesaj niteliğindeydi. İzmir'de yapılması Yunan işgaline de bir göndermeydi. Memleketin her köşesinden tüccar, işçi, sanatkâr, bankacı, şirket sahibi ve üç çiftçiyle toplam sekiz delege çağrıldı. 3 bin katılımcı beklenirken, 1135 kişi olarak gerçekleşti. Çünkü yol parası temin edemeyen kişi vardı. Yani zorluklar içinde mucizeler yaratıldı.
Delege konuşmaları aslında yıl içinde ilan edilecek Cumhuriyetin habercisi gibiydi: “Ekonomik bağımsızlık” sayısız defa tekrar edildi. Yeni ekonomik modelin ülkeyi “mamur, ulusu müreffeh ve zengin” kılması gerektiğinin altı çizildi. Yeni Türkiye çalışanlar diyarı olacaktı.
Ziraat, ticaret, sanat ve emekçiler teşvik edilecek, yabancı sermayeye engel olunmayacak ama yasalar karşısında eşit olmaları sağlanacaktı.
Kamu/özel iş birliği içinde kalkınma öne çıkan prensipler arasındaydı. Türkiye bu kongrede ortaya koyduğu tavır aracılığıyla liberal ekonomiyi benimseyeceğini gösterdi ve komünizm yerine piyasa ekonomisini tercih ettiğini belli etti. Mesaj oldukça netti: Yeni hükümet servet sahiplerine düşman değildi. Aksine teşvik ediyordu.
Daha Cumhuriyet Kurulmadan Ekonomi Modeli Tasarlanmıştı
Özetle daha Cumhuriyet ilan edilmeden, modern bir vergi sistemine geçilmesine karar verilmiş, gümrük tarifeleri üreticiyi koruyacak şekilde değiştirilmiş, para ve sermaye piyasalarının yeni tasarımına ve kurumlarına karar verilmiş, iş yasalarının modern dünyayla uyumu sağlanmış, teşvik mevzuatının sanayi merkezli hazırlanması garanti altına alınmıştı. Yani, önce Yeni Devletin görevleri tarif edilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının değeri artırılmıştır. Aslına bakılırsa Osmanlının dağılmasıyla kaybedilen tebaanın yerine bir “millet” heyecanı uyandırmak için öncelikle devletin kurulması ve prensiplerinin belirlenmesi gerekiyordu.
Cumhuriyetle beraber önce 1924'te İş Bankası, 1925'te de Sanayi ve Maadin Bankası kuruldu. Bir yıl sonra ticari ve sosyal haklar için İsviçre Medeni Kanunu kabul edildi. Sanayi Teşvik kanunu 1927'de kabul edildi ve finansmanı kolaylaştırmak amacıyla 1929'a kadar 30'a yakın bankanın kurulması sağlandı.
Kuruluş dönemine ait diğer kilometre taşlarını da hatırlayalım:
İlk Şeker Fabrikaları, Alpullu ve Uşak (1929).
Türk Lirası spekülasyonu yasaklanıyor ve Galata Borsası'nın sonu geliyor (1929).
Amerika'da başlayan Büyük Buhran sebebiyle, ekonomi politikaların devletçiliğe kayması.
Merkezi planlamanın başlaması.
Ulaşım Altyapısının kurulması, demiryolları ve otoyolların inşası.
Cumhuriyetin ilk kamu işletmesi olan Demiryolları Genel Müdürlüğü'nün kurulması.
Kuruluş döneminin sonuna denk gelen ve 1931'de faaliyete başlayan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ile beraber “ekonomik bağımsızlık” adeta perçinlenmişti diyebilirim. Halkbank'ın 1930'ların sonunda faaliyete geçmesi ise zincirin en güçlü halkalarından biri olarak tarihe geçmiştir.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin her şeye rağmen ayakta kalmasını sağlayan Kuruluş Dönemi ekonomik hamlelerini bir kez daha hatırlarken, Atatürk ve Çalışma Arkadaşlarının aziz hatıraları önünde minnetle eğiliyorum.
Yaşasın Cumhuriyet.